29 Ekim 2008 Çarşamba

nostalgique


Bilmem kaç ay şu sokak yapılsın diye bekledim. in vino veritas bar ismi olarak da şarap dükkanı ismi olarak da çok anlamlıydı. sonunda bitti yenileme çalışmaları. bir 50 yıl daha deşmezler sokağı, buna eminim ama çalışma bittiğinde in vino veritas açılmadı. ilk kez derse giderken buradan geçtiğimde an donmuştu benim için. bu sözü tabelada görmek çok taze acılara işaretti. acı macı kalmadı sonra. yine de keşke açılsaydı da gitseydim diyorum hala. belki ilerde ben bir şarap dükkanı açarım ve adını in vino veritas koyarım. fikrimi çalanın da gözünü oyarım! çünkü o kadar özgün ki kimsenin aklına gelmemiştir:)


audrey hepburn'ü çok severim. öyle böyle değil. çok. insan ne kadar özense de başka bir bedeni ve ruhu tercih edemez ya kendininkinin yerine. ben dünyaya bir daha gelsem ve audrey hepburn zarafetinde olsa bu, hayır demem. böyle de kanaatkarım.


insan dağınıklığını özler mi? dağınıkken daha dolu gözüküyormuş sanki hayatım. katlanmış kağıtların hacminden olsa gerek. çok şey yapıyormuşsun gibi. flipchartla haftayı,ayı,ayları planlamak. sürekli takvim yapıp plan yapmak. plan yaptıkca kendi hayatını yönettiğini hissetmek. planların sekteye uğraması önemli değil. o kadar çok plan yapıyorum ki birileri gerçekleşiyor ve gerçekleşenler mutlu etmek, oyalamak, huzur vermek gibi çeşitli işlevleri yerine getiriyorlar.
*hiç şaşmadı.*

yemek yapmayı çok sever(d)im. iki aydır içimden gelerek hiçbir şey pişirmedim. iyiye işaret değil. bir de dışarda olunca mantı, mercimek köfte, karnıyarık, bulgur pilavı yapmak/ilk kez yapmak ve bundan o ana dek yaptığın herşeyden olduğundan daha çok memnun olmak. bu arada zaten annelerle, bu yemekleri tattıracağın insanların anneleri, ananeleri, teyzeleriyle aşık atamayacağım için kalkışmam. italyan bir şef söylemişti "türkiye'de bir kere mantıkoydum mönüye. her müşteri benim anneminki,teyzeminki, ananeminki daha güzel diye yorum yaptı, müdahale etti." diye. mantı, yaprak sarma.. bunlar hassas konular.

dışarda ise çok sevdiğin bir tadı sevdiğin bir insanın da keşfetmesini istemekti bu. ben bir insanı seviyorsam ona yemek yapmışımdır, yapmayı teklif etmişimdir, yapmayı istemişimdir ya da en azından içimden geçirmişimdir.
en kısa zamanda geçen sene öğrendiklerimi burada yapmak ağırlaşan bir yük halihazırda. gerekli malzemeleri bulmak ise cidden sinir harbi bir de ithal ürün ayağına koyulan fahiş fiyatları görmek ıyk! şöyle iki ayda bir fransa'ya giden arkadaş istiyorum her gidiş gelişinde 3-5 kilo kuryelik hakkım saklı olan.

yıllarca dumanla savaşanlar sevimsizliğinde (çok histerik savaşma yolları üzgünüm, itiyor beni) sigaradan şikayet et. sonra kahveyle sadece keyif içinci ol. bu alışkanlık da sadece sigara slim ise söz konusu olsun. biliyorum böyle bir sürü insan var:) benim farkım bunun sadece orada ve o zaman geçerli olması.
ve şimdi itiraf zamanı
evde 4 kişiyken ve diğer üçü (ben dahil!) non smoker iken gariban dördüncü buz gibi havada balkonda içti hep. o gittikten sonra biz sigara içmeye başladık. mutfaga masa taşıyarak, kahve, çikolata fondü ve kahve falı eşliğinde. ne de olsa sürekli sigara içecek biri yoktu. bizim bu alışkanlığımızdan yüz bulacak bir içici!
düpedüz terbiyesizlikti.


sokakta kestane kebap olan bir yer yuva gibi hissettirir. kendini bildin bileli yuva olarak gördüğün yerden ne kadar uzakta olursa olsun. tamam yuva gibi hissettiremezse birazcık aidiyet hissettirir diyelim.

kestane aidiyetse mevcut şartlarda raclette imkansızlıktır! annem hayatta izin vermez evi böyle kokutmama. hem raclette anne evi değil öğrenci evi bekar evi (yok bekar odası!) içindir. zaten bir lokma gouda'yı minicik brie'yi 15-20 ytl'ye satan süpermarketler raclette'te nasıl uçmuştur düşünmek istemiyorum. şarküteriler ise bambaşka bir mali boyuttan sesleniyor. hem onu bunu boşver raclette ızgaram yok!


buna ise daha çok var. o zamana kadar ben biraz plan yapayım..

şimdi bunlar güzel anılara, alışkanlıklara güzelleme. yoksa geçmişte yaşayan biri değilim. patetik hiç değilim!

27 Ekim 2008 Pazartesi

yasssahhhhhh!

kendi telif haklarına sahip çıktıkları gerekçesiyle insanların iletişim özgürlüğünü baltalayan dici dici diciiii menşeili top kafaları ve çok doğru düşünmüşsün diyerek blogları DA yasaklayan hukukÇUları havale edecek bir merci olmaması ne acı.

şu bloglardan okuyup, öğrendiklerimi asla verememiş, veremeyecek tıynette adamların kararlarına tabi olmak! her gün var oan sinir bozukluklarına yenisini eklemek zorunda mısınız?

ama bu youtube yasağından çok daha fazlası ve bu sefer çocuklar uyandı..

üye oluyoruz sansuresansur@gmail.com

beraber hareket ediyoruz ve hakkımızı alıyoruz.

aynı canavarın iki başını anımsatmaktan öteye gitmeyen gazetelere mecbur kalınca fark ettim ki ben uzun zamandır dünyayı bloglardan takip ediyormuşum.

13 Ekim 2008 Pazartesi

her kriz nah bir fırsattır

kafamı kuma gömmek istiyorum. yokmuş gibi davranırsam kriz olmazmış gibi. dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ekonomik krizlerinden birinin başladığı dönemde iş arıyorum/çalışma hayatına girmeye hazırlanıyorum. 2001 kriziyle tüm hayalleri, gelecek planları değişen kuzenimin lanetli talihini miras alıyorum galiba.

dedim ya gömsem kafamı kuma.

d.n. bu post her an kendini imha edebilir. feng shui, karma, secret vs. oh la la..

12 Ekim 2008 Pazar

fransa




fransa'dayken fransızca şarkı dinleyemezdim. bir kaç istisna dışında. overdose fransızcadan mutevellit.

şimdi döndükten iki ay sonra fransızca bir şarkı duyunca bir garip oluyorum. iki fransızla karşılaşınca sohbet edince gurbette hemşehrisini görmüş yaşlı teyze ruh haline bürünüyorum (gerçi feci halde fransız'ına bağlı olduğunu söylemem gerek).
özetle özlüyorum..

disko kralında çalan fransızca şarkı durgunlaştırıyor beni.
burada olduğum için mutsuz olmak değil bu. değilim zaten. bu bağ kurduğun yeri çok özlemek. o yerin de uzak olması.

fransa hep benim bir parçam olacak/oldu.




d.n. paris'in 1 sa 24 dk tren yolculuğu uzaklığında olması aranır bir şey.

8 Ekim 2008 Çarşamba

paul newman




en son radikal'de hakkında bir şeyler okuyup ölmesin lütfen dedim. görüp göreceğimiz en yakışıklı en karizmatik en en en aktördü. ayılıp bayıdığım jude law bile tipten andırsa da duruşu itibariyle yanından geçemez. böyle dünyanın en güzel en yetenekli en başarılı en sevilen adamlarından biri olup hazmetmek. albenisini kusmamak.

çok seviyorum.

6 Ekim 2008 Pazartesi

girizgah




üsküp'e indik.
manastır'a geçtik.
pelister'e çıktık.
ohrid'de suya doyduk.

birşeyleri orada bıraktık.
döndük.

4 Ekim 2008 Cumartesi

kahve

shirok sokak'ta kahve içmek istiyorum. çok yakın olsaydı da canım çektikçe gitseydim ucuz ötesi ama adam gibi kahvelerini içip sokaktan geçenleri izleseydim, arkadaşlarımla çene çalsaydım diyorum. bir daha ne zaman olur olabilir bilmiyorum.


özledim.