8 Nisan 2008 Salı

brugge








brugge'e benim zorlamamla gittik. çevremizdeki tüm belçikalilar'in pazara kar, tipi bekleniyor uyarilarina ragmen. puslu ve gri havasiyla unlu bruksel'in cumartesi gunluk güneslik (bir kaç dakikalik çiseleri saymiyoruz:) olmasinin yaninda brugge de gezilebilir bir sicaklik ve çise sunarak pazarimizi güzel kildi. brugge ile ilgili her metinde rastlanan seyler çok dogru. binalar çok iyi korunmus, butunlugu bozacak yapi yok, evler ortaçag havasinda ya da benim için öyle. olmayan mimari bilgimle her katedralin gotik olmasi gibi.. gittigime gordugume çok memnunum. açik havada, güzel yapilarin, güzel bir doganin ortasinda bol bol çikolata yiyerek bir gun geçirdim. ama temel ekonomik faaliyeti turizm olan bir sehir icin çikolata dükkanina girince "ne istiyorsun?" sorusunu soran, café'de 10 euro'yu bozmayip "arkadasindan bozuk iste" diyen insanlari da gordum. waffleci amcanin "tesekkurler ve iyi gunler"ime cevap vermemesini "simdi bunlar flamanca konusulan bolgede ya fransizca konustum diye mi kizdi?" derken ingilizce konusan arkadaslarima da gicik davrandiklarini ogrenmemle esnaflari sinifta kaldi gozum(uz)de. gayet efendi, usturuplu çocuklardik hak etmedik bu muameleyi:) hatrimiz kaldi..

miyop astigmat arti heykel icin koyulan koruma mesafesi yuzunden michelangelo'nun donna madonna'sini ayrintilica goremedim. hala da göz doktoruna gitmiyorum. böyle de kanaatkarim.

dönüste lüksemburg'da yogun kar yagisi yüzünden bir ara 30'la gittigimizi hatirliyorum..

cuisine belgique








belçika'nin birasi, çikolatasi,waffle, patates kizartmasi ve midyesi meshurdur. evet kafamiza kakildi yillardir. leonidas belçika'ya gitmeden önce iyi bir referansti mesela. stella artois disinda belçika birasi içmemistim. onu da aman aman begenmemistim zaten. ama haksiz bir un degildir diye dusunuyordum, merak ve deneme istegi had safhadaydi. patates kizartmasi kismini ise aklim almiyordu. çok sacma geliyordu. waffle denenebilirdi. midye içinse hayallerim büyüktü..

peki ne oldu?

hepsi siniflarini birincilikle gectiler!
belçika'dan ayrilirken gruptan iki kisi ilerde ulkelerinde belgian corner tadinda bira ve cikolata satan yerler açmayi düsünüyorlardi (ben ankara'da bir belgian chocolate hatirliyorum. ben lisedeyken batmisti!).

biraya gelince her biranin kendi ozel bardagi var. ve ilginclik olsun diye degil birayi lezzetini koruyarak servis etmek icin gelistirilmis bardaklar cogu. ben duvel'i ve bir tappist birasi olan westmalle double'i denedim. ikisini de begendim. cider ve bira karisimi olan snakebite'i ise arkadasimdan tattim ve ictiklerimin alkol derecesi cok yuksek oldugundan ertesi gunu dusunerek ismarlamadim yoksa tum gece snakebite icebilirdim.

cikolata uzerine cok bir sey soylemeyecegim ama en pahali en iyi degil. daha dogrusu daha az pahali olan kotu degil sanirim:) makul fiyata-bu 100 grami 3.5 euro oluyor bruksel'de gordugum kadariyla-bir cok iyi cikolataci var. bir de ozel istegim o portakalli cikolatalarin her yerde bulunmasi.

midye..

yazlik yerlerde musteriyi kapida menuyu sayarak ve yuksek sesle davet ederek cekmeye calisan restoranlar vardir ya onlar bruksel'de de var. turist icin midye temali. bence uzak durulasi. sansliydik tom bizi grand place'in hemen kosesinde olmasi nedeniyle turistik olmamasi kacinilmaz olan ama icerisi gayet huzurlu, mutfagi iyi olan manneken café'ye goturdu. patates kizartmasi midyenin ve diger tum belcika yemeklerinin yaninda orta boy bir kasede servis ediliyor. buyukce dilimlenmis anne kizartmasi tadinda. guzel.

waffle'in waffle kismini begendim-arkadastan tirtik-ustune koyulanlari zayif buldum daha dogrusu krem santi yerine baska bir sey olsaymis ya!

özetle bira-midye! kahveyle bir iki çikolata!*

*çikolatalar brugge'den ve chris'in kamerasindan.

bruksel






kizlar genclik degisiminden donduklerinde "bruksel'e gidiyoruz cuma gunune izin alabilir misin, hafta sonuyla birlestiririz" dediklerinde amsterdam-bruksel-brugge-antwerp-gent gibi bir plani yalniz basima gerceklestirme fikrim oldugundan ve izin almam sevgili sefim sayesinde imkansiz oldugundan pek atlamadim. sonra benim bos oldugunu dusunup bir onceki ve sonraki haftasonlariyla birlestirmek suretiyle 9 gunlugune cikacagim tatil o hafta iki okul grubunun gelecegi mujdesiyle yikildi, paramparca oldu. ya hep ya hicci ben bir gunden bir sey anlamam ki diye mizildaniyordum. sonra bir gun bruksel bir gun de brugge gayet guzel bir haftasonu olur diyerek aydim. memnuniyetle tum arastirma ve planlamayi vazife edindim. couchsurfer'dan dunyanin en uyumlu gonullu rehberini buldugumdan bihaber bir cok kisiyle yazistim. 2'de yatarak-ertesi gun 7'de kalkma zorunluluguna ragmen- her gezi oncesi metabolizmami ne kadar zorlarim gelenegime halel getirmedim.

chris'in bir minibus dolusu kizin kaprisine, gurultusune daha fazla dayanmamak adina 2.5 saatte bizi bruksel'e ulastirmasindan sonra fanni ve chris'in, ismi belcika'ya hosgeldiniz diyen hostelleri jacques brell'i aradik. chinatown misali bir turk mahallesinden gectik ki bir ara "çankaya pastanesi" tabelasini gordum. çankaya patisserie degil! çankaya pastanesi!

sonrasi hostelde sefer tasi hareketi.

grand place.. manneken pis'te tom'la bulusma.. waffle yemeden bir adim dahi atmayi reddeden tayfanin mutlu edilmesi akabinde bruksel'i kesfetmeye basladik.

belcikali rehberimizin tarih okumus olmasi, benim onceden azicik arastirmam, bizimkilerin neden hoslanip hoslanmayacagini az cok bilmemle cizdigimiz programla bir gun icin maksimum verim alindi bruksel'den. ama 7 kisi gezmek hic kolay degil(mis). sonra biz kendi 5 kisilik cekirdek grubumuzla asil eglenceyi yasadik..

bu arada kaldigim yerin schuman metro duraginda, avrupa kurumlarinin dibinde bulunmasi ironikti. haftasonu da is gibi ya da nereye gidersen git big brother watches you:)

belli basli tum binalari gorduk ama gelirken cok acik ve net fanni'yle "midye midye!" diye geldik (henuz cinko zehirlenmesi gecirmemem mucize biliyorum!). manneken isimli tarihi 1947'e dayanan restoran benim icin bundan sonra basli basina bruksel'e gitme nedeni! oyle yavrum, kucuk bir vedat milor'um ben damak tadi icin geziyorum ya.. fanni tereyagi ve maydanozla, ben de beyaz sarap ve krema ile pisirilmis iki koca tencere midyeyi paylastik. digerleri de yemeklerinden cok memnundu. tesekkur ede ede ciktik.. ertesi gun hala yemegi konusuyorduk. bazi sehirlerden bazi anlar kalir ya bu sehirden bu aksam hic silinmeyecek benden. *bak bu da yaslilik alameti bence karni icin gezmek gibi (sanki)! yok ama degil ben biliyorum:)

mustakbel ev arkadasimiz bruel'in delirium'da calistigini ogrenmemizle yemekten sonra oraya gectik. yer yoktu. karsisindaki floris bar'da da yer yoktu. kardes barlar:) bruel'e ragmen yer bulamamamizi, 2000 kusur birasiyla belcika'nin en populer barina cumartesi gecesi en civcivli saatte gitmemiz ve bekleyecek sabri gostermemizle aciklamak mumkun. oturmak degil dans etmek istedigini soyleyenleri yemek sonrasi rehaveti nedeniyle savma mucadelemizin ise yaramamasiyla baska bir yere gecildi. delirium'dan soz etmisken manneken pis karsisinda politik dogruculuk adina yapildigi one surulen disisi jeanneken pis isimli iseyen kiz cocugu heykeli barin caprazinda konuslanmis durumda. nedendir bilmiyorum demir parmakliklar arkasinda.

ertesi gun brugge.. merak merak..

z.


Saturno Contro'yu her Ferzan Ozpetek filmi gibi beraber izlemistik. "ne guzel cocuktu ya neden bu kadar erken oldurduler tuh" diyerek. sofralar, arkadaslarin hep beraber olmasi, birbirlerine destek oluslari.. hem kendimizle ozdeslestirmistik hem de ozenmistik. o filmden yasadigimiz seyin ozeti kaldi bize: iyi arkadaslar sonradan edindigimiz ailemizdir..


gabriella ferri - remedios

"te quiero, pequeña, chiquita, niñita
preciosa, piccola, piccola, piccola,
piccola, pico, pico, pico..."

la la la la la...


dipdibe de yasadik millerce uzakta da.. yakinlik da uzaklik da hicbir seyi eksiltmedi hep artirdi. hala artiyor. omurlerimiz birbirine akiyor. yasadigim her sey onunla paylasinca daha anlamli oluyor.

varligina dostum!

iyi ki varsin!

iyi ki dogdun!

1 Nisan 2008 Salı

barselona III

.

belki sonra tekrar yazarim barselona hakkinda ama yine gidecegim kesin. kendim de turist olmama ragmen turistik hallerden sikayet etmeden duramayarak, turistin daha az oldugu bir donemde-yok bence oyle bir sansim-gitmek lazim. hatta ben burada da bir sure yasasam..

...

bir de su resimdeki teras.. evet biliyorum sinir krizinin esigindeki kadinlar madrid'de cekildi. evet muhtemelen de platoydu gercek bir teras degildi o ama casa milo'nun catisindan rontgenci gibi bu terasi cekmemin nedeni benim icin o terasin bu teras olma ihtimali.

Gaudi




Gaudi Barselona'nin kimliginin canliliginin, farkliliginin mimari nedeni. Guell tarafindan maddi olarak calismalari desteklenmis. La Pedrera, Casa Battlo, Sagrada Familia, Park Guell benim gorduklerim. Gaudi'nin tasarladigi konutlar Hansel ve Gratel isimli cocuklar icin olabilecek en igrenc masalin tek guzel yonu olan pasta ev formunda birazcik. mimarlik okuyan birinin okumamasi bunlari en buyuk temennim su anda..

tasarladigi ic mekanlari en az dis mekanlar kadar sevdim ben. kubik degil bikere. Casa Battlo'daki bazi dairelerde cok unlu bir sekerleme firmasinin sahipleri ikamet ediyormus ilk once dibim dustu sonra surekli o kadar turist apartmaninda cekilir dert degil dedim. zugurt tesellisi degil, cidden. turist kimligi kadar sehir kimligine zarar veren sey az. turist yikiciligi diye bir sey var resmen. ben kisa sureligine burdayim mentalitesi. zira carpan turistlerin ozur dilememesi, her guzel seyi fotograflamak ugruna gereksiz kalabaliklar yaratmak, gurultu yapmayi hak olarak gormek bu fikrimi her gun yine yeni yeniden pekistirdi..

barselona kisim II





barselona'yi gezerken "Gaudi'siz bir hic" diyenlerin sehre hakkizlik ettigini dusundum ben. Gaudi muzesinde de anlatildigi gibi dogadaki formlardan cok etkilenmis bir mimar ve Barselona tum buyuk sehir havasina ragmen denizle barisik, parklarindan anlasildigi kadariyla da bitki ve canli cesitliligi yuksek bir sehir. ozetle guzel. ama Gaudi'nin bu sehre attigi imzanin biricikligi de cok acik. La Pedrera, bitmeyen bence bitirilmeyerek efsaneligini koruyan Sagrada Familia, Park Guell'deki heykeller ve seramikler Gaudi'nin Barselona'nin ustune serpistirdigi yildizlari.

Beni ise mimari ve dogal guzelligi kadar gec saatlere kadar acik olan restoranlari, yeme icme mekanlarinin cesitliligi, sehrin canliligi etkiledi. ben erken bile yatsam bir sehrin uyumamasi, gec saatte disari ciksam kayda deger bir seylerin oldugu fikri cok cazip.

yeme icme demisken. tapas ve sangria.. ben tapasi porsiyonlarin kucuklugu ve kafamda mutevazi bir yiyecek olduguna dair bulunan imaji nedeniyle ucuz olarak dusunurdum. o da olsun bu da olsun derken gayet pahaliya gelebiliyormus ama kalabalik olunca yine ayni porsiyonlarla hem doyulur hem de daha ucuza getirilir. ben deniz mahsullerini beklerken masanin fotografini cektim ama onlar gelince gozum fotograf falan gormedi.

la boqueria ise pazarlarda kendini kaybeden kilciksiz enginara bir nevi kutsallik adleden biri icin hac mekaniydi. gerci kapanmasina yakin gittim ama her gordugunu yiyip hostel gibi pek de kisisel konforun olmadigi bir yerde hasta hasta yatmaktansa az kalip az yemek benim acimdan daha hayirli oldu. giristeki cikolataci ve icerdeki meyve tezgahlarina ugramak zaruri..

aciktim..

barselona kisim I






simdi acik konusmak lazim. ben bu sehri gelmeden seviyordum zaten. sevecegimi biliyordum. deniz vardi, akdenizliydi, bir suru sanatci cikarmisti, nev i sahsina munhasir Gaudi'si vardi.. sevecegimi biliyordum da bu kadar sevecegimi bilmiyordum sadece.

3 gun 4 gece yetmedi tabi ama aylarca barna diye sayiklatacak kadar kendine bagladi.

ilk gun akvaryumda denizle ilgili herseye dibi dusen bir insan olarak, clown anemon gorunce "nemoooooooooooooooooo!" diye cildiran 4 yas civari akranlarimla agzim acik dolandim. "kopek baliklarinin oldugu akvaryuma alalim sizi?!" deseler "evet alin lutfen!" diyecek kadar paralize gezdim.

port vell, daimi durak las ramblas ve sonra "hostelimi kaybettim neredeydi bu?" derken karsilasilan paskalya ayini. gonul kabul hostelde kalamamayi kaldiramayinca beyin de yeni hostelin yerini bulmamaya programlandi diye dusunmekteyim. cunku barselona'da kaybolmak pek olasi degil. sadece sehir planiyla rahatca gezilebilir. vakit varsa metro bile kullanmaya gerek yok. yuruyerek kesfedilecek sehirlerden. metroyu kullanmak da bes hatli oldugundan cok rahat. ispanyolca bilmeye de hic gerek yok. "katalanca bilmiyorsan yandin cevap vermezler" de mit sadece. ingilizce, fransizca, tarzanca gayet guzel anlasiliyor insanlarla.

yayilmisim kumsala ni niiii niiiin






yok o kadar da degil. gunes icime damlamadi. ruzgar vardi sagolsun. ama gunes vardi. deniz vardi. ben bir yildan uzun suredir akdeniz'e bu kadar yakin olmamistim. gecen hafta bogazdan vapurla gecerken bile "aaaa deniz" diye dibim dusuyordu ki denize 10 m uzaklikta bu kadar izole bir yerde kalmak bir deniz cocugunun basina gelebilecek en guzel seylerdendi. proje sefime ilk orta donem seminerine gondermedigi icin ertelettigi icin kinlenirken bu ertelemenin bu kadar guzel sonuclanacagini bilseydim hic kizmazdim aslinda!

ne var les aresquiers'de. aslinda hicbir sey. bina, insan, gurultu yok bir kere. gunes, deniz, flamingolar, kum ve midye var bolca.. ilerisinde ciplaklar plaji da varmis ben gormedim. durbunle flamingo gozetliyordum. evet yaslilik alameti iki parkta husudan sonra..

oturumlarin cok yogun olmamasi, katilimcilarin gayet rahat anlasilir insanlar olmasi, mekanin izole olmasina ragmen kendine alan yaratmaya musait olmasiyla 5 gunluk kafa izniydi les aresquiers.

uyku tulumu, hirka, kitap uclusuyle plajda vakit gecirmek yazin gunesin iscak iscak yaptigi donemlerden daha makbul olabiliyormus. gayet giyinik, uyku tulumunun sagladigi sicak ortamla, ruzgara gore soteye yatarak okuyup uykuya dalmak cok guzeldi.

denizle bu kadar icli disli olunca, sabah energizeri olarak l'occitane sarkilari soyletilince denizden cikanlari tatmasak eksik kalacakti. semineri duzenleyenler de oyle dusunmus olmali ki kocaman dokme bir tavada acik ateste kendi yoresel tarifleriyle bir kazan dolusu midye pisirdiler. zeytinyagi ve sarmisak tadini ayirt edebildim sadece koyduklari sostan. normalde tarifin pesinde kosardim ama konsantrasyon sorunu cekiyordum o esnada. bir midye bir ben durumu. bir de insanlari "denizdeki agir metalleri en cok midye toplar, cok yemek zararli" diye porsiyonlarini kucultmeleri konusunda ikna cabam oldu ama eylemlerimle ortusmeyince kaale alinmadi pek. ellerim kararana kadar yedim. cinko minko, zehir mehir dinlemeden.. birikecekse cinko canim midyeden zerk olsun bunyeye diyerek.. sakarya caddesi'ne de selam ederek ve bostanli'ya..

barselona treni cok erken saatte oldugundan hava aydinlanmadan ayrildim les aresquiers'den.

guney'e giderken!!!






ertesi gun seminere yetismek icin bir gece onceden trene binmeye son dakika karar verdim. ertesi gun 06:30'da gara inmeyi goze alarak. kilitli dolap bulunur dusuncesiyle. dunyanin en rahatsiz koltuklarindan birinde 7 saatlik yolculukla "guney"e indim. gunes, iyi hava insanlarin haline tavrina nasil yansir bir kez daha gordum. 06:30'da bir guvercinler bir de tren bekleyen yolcular vardi. seminere ve sonrasina dair plan yapmakla gecirdim turizm ofisin acilma saatine kadarki bekleme suremi zira koca bavul kilitli dolap olmayan garda ciddi yuk olmustu. bir yandan da sehirde kilitli dolap yoksa ne yaparim dusuncesiyle ugrastim. sonucta geceden trene bulusma saatine kadar sehri kesfetmek icin binmistim. bavulla kalirsam garda 11 saat bekleme rekoru kirabilirdim.

"guvenlik nedeniyle kilitli dolap yokmus"mus da bilmem ne.. bu durumda hostel deneyimleri devreye girer. merkezdeki genclik hosteli sorulur, hostele gidilir, "kalmayacagim ama su saate kadar kilitli dolabinizi kullanabilir miyim? suraya gidecegim de" falan filan.. sonrasi ozgurluk!

montpellier'e dair ilk izlenimler: fransa'nin guneyi ne guzelmis! ben burda okusaymisim keske! gunes, gunes, gunes! gunesli havayi bir yerde yasamanin ana unsuru sayan yuzeysel bir insan oldum ciktim galiba..

tramvayla ulasim saglanan, guney mimarisinin, gocmen etkisinin cok net goruldugu, fransa'nin yasli nufusuna inat ogrenci sehri titriyle bir suru genc insanin sokaklari doldurdugu, comedie meydani cok canli, guzel bir sehir montpellier. ben burda bir yil yasasam keske sehirlerinden..

meydaninda alik alik saatlerce oturup insanlari seyrettigim, onceki hava kafami ve sinirimi bozan her seyi silen hafifleten olabilecek en iyi degisiklikti. tipiden sonra tisortle gunes altinda oturmak.. gunes isigindan rahatsiz olmaya ise hic girmemeliyim aslinda. parkta da alik alik oturdum. hicbir yere kosturma derdi olmadan, su bekliyor bu bekliyor derdi olmadan oyle oturdum. parklardaki emekliliginden 15 yil gecmis amca kivaminda. kumda oynayan torun eksikti bir tek.

guneye inince, azicik gunes gorunce pelte kivamina gelen kuzey insaniyla empati kurmak da varmis ahir omrumde. "aa gunesli hava" diye sevinmek de..

geceden baslayan yolculuk ve otomatlardan alinmis sacma sapan biskuvi ve madeleinelerden dolayi ac olan gozumu ve midemi kucuk bir cin lokantasinda doyurdum. sonra montpellier'nin dar sokaklarinda bos bos dolandim. tren eskice olunca bende peydahlanan pisim, igrencim duygusunu hic planda yokken alinan ucuz beyaz spor ayakkabilarla hafiflettim. kezban roma'danin aldiklarini paket yaptirmayip magazadan giyerek cikan, eskisini paketleten tiplemesi gibi bir ruh hali. belki de boyle bir sahne yok o filmde ya neyse..

bese dogru zanda'yla bulusma ve les aresquiers'e yol alma vakti.